İslam Düşünce Enstitüsü Başkanı Mehmet Görmez, İslam’da savaş hukuku ve savaş ahlakını anlattı. Peygamber Efendimizin uygulamalarını ve hadislerini de aktaran Görmez, Mekke’nin fethinde Peygamberimizin sahabelere verdiği üç derse dikkati çekti.
Mehmet Görmez’in konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:
“GAZZE ÇOCUK MEZARLIĞINA DÖNDÜ”
Tarihte savaşlar hep var oldu ama bugüne kadar savaş ahlakından yoksun böyle bir katliam görülmemiştir. Bütün devletlerin savaş hukukuna dair kabul ettiği ne varsa ihlal edildi. Cenevre Sözleşmelerinin bütün maddeleri daha önce Ruanda’da Afganistan’da, Bosna’da nasıl çiğnendiyse, yine çiğnendi. Herhangi bir devleti bırakın herhangi bir terör örgütü dahi bu kadar çocuk katletmemiş, sivilleri hedef almamıştır. Siviller hastaneye sığındığında hastaneler, okullara sığındığında okullar, kamplara gittiğinde kamplar bombalanıyor. Koca şehir çocuk mezarlığına dönmüş durumda.
2,5 milyon insan açlığa, susuzluğa mahkum edilmiş durumda. İlaçtan, gıdadan, ışıktan mahrum. Üstelik bütün bunlar da çağdaş dünyanın gözü önünde olup bitiyor.
İslam’da savaş hukuku ve savaş ahlakına dair bazı notlar paylaşmak istiyorum.
İslam medeniyeti hiçbir medeniyette görünmeyen savaş hukuku ve savaş ahlakı miras bıraktı.
SAVAŞ HUKUKU VE AHLAKININ TEMELLERİ KUR’AN-I KERİM’DE
Savaşlarda dokunulmazlığı olan insanlar kimlerdir? Sivil-asker ayrımını nasıl yaparız? Sivillere nasıl muamele edilir? Gece baskınlarının hükmü nelerdir? Siviller canlı kalkan olarak kullanılabilir mi? Veya kullanılırsa Müslümanlar nasıl hareket edecek? Eman dileyenlere nasıl muamele edilecek? Düşmanların mülkü yağmalanabilir mi? Tabiatın hakkını, şehirlerin hukukuna nasıl riayet edilir? İşkence yapmak caiz midir? Harp esirlerinin hükümleri nelerdir? Yaralıları tedavi ettirmek gerekli mi? Düşman ölülerini ne yapmak gerekir? Bu ve benzeri sorular etrafında merhamet yüklü bir adaleti tesis edecek, İslam medeniyetinin yüz akı evrensel prensip ve ilkeleri İslam’ın ilk yüzyılında bu literatürde tartışıldığını ve her birinin bir neticeye bağlandığını görüyoruz.
Savaş hukuku ve ahlakının temellerini Kur’an-ı Kerim’de görüyoruz. Ancak hicretten sonra Cenab-ı Hak onlara savunma savaşının iznini verdi. Fakat savaş izni ayetlerinde hep şöyle bir ayet geçer: “Ancak sizinle savaşanlarla savaşın ama savaşın sınırlarını aşmayın. Allah savaş hukukunun sınırlarını aşanları sevmez.” Bu sınırları Hazreti Peygamber hem sözleriyle hem hayatıyla ortaya koydu. Savaş hukukunun bilhassa Hazreti Peygamber’in dilinde ‘en çok savaşta dokunulmayacaklar kimlerdir?’ Bunu görüyoruz.
Allah Resulü orduyu savaşa gönderirken şunu demiştir: Allah’ın adıyla gidin, Allah Resulü’nün adıyla hareket edin ancak hiçbir piri fani ihtiyara dokunmayın, öldürmeyin. Hiçbir çocuğu öldürmeyin. Hiçbir kadına el sürmeyin, öldürmeyin. Aşırı gitmeyin. Islah edici olun. İhsanda bulunun.
ALLAH’IN İKAZI: CEZALANDIRIRKEN MİSLİYLE MUKABELE EDİN
Bazen bu konularda uyarıldığına şahit oluyoruz. Mesela Uhud Savaşı’nda, Hazreti Hamza’nın bütün organlarının kesildiğini biliyoruz. Amcasını bu haliyle görüp gözyaşları dökerek dua ettikten sonra mübarek dilinden şöyle bir cümle dökülür: “Allah’a hamd olsun ki biz de onlardan en az 70 kişiyi bu şekilde cezalandıracağız.” Fakat Hazreti Cebrail ikaz mahiyetinde Nahl Suresi’nin şu ayetini getirir: “Cezalandıracağınız zaman size yapılanın misliyle mukabele edin.” Arkasından şu ifade yer alır: “Fakat sabrederseniz bu sizler için daha hayırdır.” Cenab-ı Hak, Hazreti Peygamber üzerinden savaşta kin, öfke ve intikamla hareket edip aşırı gitmeyi yasakladığını ifade buyurmuş oluyor.
Hazreti Ebubekir, Resulullah’ın vefatından hemen sonra Usame bin Zeyd’i Şam’a yolcu ederken, Allah Resulü’nün savaşla ilgili ilkelerini tek tek sıralar:
“Ey insanlar; ihanet etmeyin, aşırı gitmeyin, masum insanları mağdur etmeyin, işkence yapmayın, küçük herhangi bir çocuğu öldürmeyin, yaşlılara dokunmayın, kadınlara dokunmayın, öldürmeyin, hurma ağaçlarını devirmeyin, yakmayın, meyveli hiçbir ağacı kesmeyin, herhangi bir koyunu, ineği, deveyi kesmeyin, sadece yiyeceğiniz kadar kesebilirsiniz. Siz, bazı insanlar göreceksiniz onlar kendilerini manastırda ibadete adamışlardır. Onları yaptıklarıyla baş başa bırakın, onlara da dokunmayın.”
HAZRETİ EBUBEKİR’İ ÖFKELENDİREN HADİSE
Ukbe bin Amir bir Hristiyan kasabayı fethetmiştir. Başlarında zalim bir patrik vardır. Patriğin kafasını keserek Medine’ye gönderir. Allah Resulü’nün halifesi Sıddık-ı Ekber buna çok öfkelenir. “Siz azıtmışsınız. Allah Resulü’nün sünnetlerini bırakıp Bizans’ın kötü sünnetlerine mi uymaya başladınız? Bana kelle taşımayın, haber yazın” der ve arkasından Allah Resulü’nün muhteşem bir hadisini hatırlatır: Siz bilmiyor musunuz Peygamber Aleyhisselam şehirleri yağmalamayı, işkence yapmayı yasakladı. Kıyamet gününde en şiddetli azap görecek üç çeşit insan sayar: Birisi peygamber katilleri, birisi insanları dalaleti sürükleyen idareci, diğeri de birisine işkence yapan.
HAZRETİ ÖMER: CEZASINI BİZZAT BEN VERİRİM
Savaş hukuku ve savaş ahlakı bilhassa Hazreti Ömer döneminde teminat altına alınmıştır. Hazreti Ömer de Ebu Ubeyde bin Cerrah’ı Şam’a gönderirken şu hutbeyi irad etmiştir: Allah’ın adı ve yardımıyla gidin. Allah’tan zafer dileyerek gidin. Sabırdan ve haktan ayrılmayın. Allah yolunda savaşın ama savaşın hukukunu, sınırlarını aşmayın. Allah sınırları aşanları sevmez. Düşmanla karşılaştığınızda korkuya kapılmayın. Gücü elde ettiğinizde sakın insanlara işkence yapmayın. Galip geldiğinizde aşırı gitmeyin. Yaşlıları öldürmeyin, kadınları öldürmeyin, yeni doğmuş çocukları öldürmeyin. Savaşın kızıştığı anlarda dahi bunları unutmayın, ganimete dalmayın. Cihadı dünya menfaatiyle kirletmeyin. Allah ile yapacağınız alışverişteki kar ile yetinin.
Hazreti Ömer döneminde İran’da bir Müslüman asker bir düşman askeri veya komutanına eman diledikten sonra öldürür. Bu haber Hazreti Ömer’e ulaşınca ordu komutanına ültimatom gönderir. “Her kim birini eman diledikten sonra öldürürse onun cezasını bizzat ben kendim veririm” der.
Filistin topraklarında Hazreti Ömer’in Resulullah’ın vefatından 6 yıl sonra muhteşem girişi, orada verdiği emanname savaş hukuku ve savaş ahlakı ilkelerini içine alır.
Tarih değiştikten sonra savaş aletlerindeki büyük gelişmeler İslam fakihlerini tartışmaya sevk etmiştir. O gün henüz ortada kimyasal silah, nükleer bomba, fosfor bombası, kitle imha silahları yok. Ama ilk defa mancınıkla tanıştılar. Veya Rum ateşi olarak adlandırılan; ucunda ateş veya zehir olan oklarla tanıştıklarında, yahut düşmanların çocukları ve kadınları kalkan olarak kullandıklarına şahit olduklarında savaş hukuku ve ahlakının ilkelerini yeniden kaleme aldılar. Bu yeni durumlar yeni tartışmaları beraberinde getirdi. Mesela mancınıkla şehrin ortasında kimlerin öleceğini bilmeden bu silahı kullanmak doğru olur mu veya şehirlerin yakılmasına sebep olmak mümkün olur mu? Genel olarak savaşın zorunluluklarıyla İslam ümmetinin bekasıyla savaşın hukuku ve ahlakı arasındaki dengeyi korumak için çok önemli ilke ve esaslar ortaya koydular. Mesela mancınıkla surlar vurulsun ama şehirler tahrip edilmesin dediler. Yakmak kesinlikle caiz değildir. Zaten kadın ve çocukların kalkan olarak kullanılması caiz olmadığı gibi, kullanılırsa da Müslümanların savaşa ara verecekleri açıkça ifade edildi.
PEYGAMBER EFENDİMİZİN MEKKE’NİN FETHİNDE VERDİĞİ 3 DERS
Mekke’nin fethine giderken savaş hukuku ve savaş ahlakına verdiği üç ders.
Ordu Medine’den çıkarken sancak Saad bin Ubade’nin elindedir. Saad bin Ubade, devesinin üzerinde yükselerek şöyle bir konuşma yapar:
“Bugün etin kemikten ayrılan zorlu savaş günüdür. Bugün Allah’ın kan dökmeyi bize helal kıldığı gündür. Bugün Allah’ın Kureyş’i zehir kılacağı gündür.”
Mekkelilerden çok çekti Müslümanlar. Hicrete zorlandılar, Medine’de onlardan kalmak için savaşlar düzenlendi. Herkeste bir öfke var, beşer neticede. Fakat ona rağmen kin ve öfke kokan bu ifadeler, Allah Resulünü rahatsız etti. Elinden sancağı alarak oğluna, bir başka rivayete göre de Hazreti Ali’ye verdi. Ve sonra şu konuşmayı yaptı.
“Bugün merhamet günüdür. Bugün Allah’ın kan dökmeyi haram kıldığı gündür. Bugün Allah’ın Kureyş’i aziz kılacağı gündür.”
Birinci dersi bu şekilde verdi. Yola koyuldular. Fakat yolda bir çalının dibinde üç tane yavru yavrulayan bir köpek gördü Allah Resulü. Devesinden indi, köpeğine ve yavrularına merhametle baktı. Sonra bir sahabeyi yanına çağırdı, ‘Sen bu yavruların yanında ordu zarar vermesin diye nöbet bekleyeceksin’ dedi.
Üçüncü dersi Mekke’ye girerken verdi. ‘Ebu Sufyan’ın evine giren güvendedir, kapısını kapatıp evine giren güvenlidir, her kim Mescid-i Haram’a sığınırsa güvendedir’ dedi. Sonra herkesi topladı. Önce onlara, ‘Size ne yapacağımı zannediyorsunuz’ diye sordu. Sonra şöyle dedi: Bugün size Yusuf’un kardeşlerine söylediklerini söylüyorum. Bugün size bir kınama bile yoktur.
Bazıları Hazreti Peygamber’in bu talimatına uymadılar. Resulullah Halid bin Velid’i bu kabile üzerine gönderdi. Halid bin Velid bu kabileden bazılarını öldürdü. Bunu duyunca Peygamber Efendimiz şöyle dedi: Allah’ım, Halid’in yaptıklarından ben beriyim, sana sığınıyorum. Ve Hazreti Ali’yi göndererek öldürülen insanların diyetlerini ödetti.
İki dünya savaşının vahşetine şahit olan insanlık büyük acılar tecrübe etti ve bir daha yaşamamak için de sözde bir sözleşme imzaladı. 1850’lerde sözleşmeler imzalandı. Savaşta hastalar ve yaralılar, siviller, savaş esirleriyle ilgili protokoller imzalandı. Bu ek protokoller ise savaş mağdurlarıyla ilgili oldu. Savaş hukukunun cüzi bazı kısımlarını ihtiva ettiği halde ne Ruanda’da ne Bosna’da ne Afganistan’da uygulanmadı. Gazze’deki vahşette, katliamda esamesi bile okunmuyor. İnsanlık büyük bir sınav veriyor. Yol ayrımındayız. Tek tesellimiz yeryüzünün en vahşi ideoloji olarak adlandırabileceğimiz Siyonizmden güç devşiren bir terör devletinin insanlık vicdanının meşruiyetini kaybetmeye başlaması belki de en büyük tesellimizdir. Bu katliamın bir an önce son bulması Rabbimizden niyazımızdır. Bütün halkların Gazze yanında yer alması en büyük duamızdır. Cenab-ı Hak şehitlerine rahmet eylesin.